“Bu ne biçim soru? İki liderden bahsediyorsun. Sen yazıyı 14 Şubat’ta yazmış olsan da bunlar sevgili falan değil, iki önemli devlet adamı. Ne kıskanması?”
Böyle demekte haklı olabilirsiniz. Ama ben de çok haksız sayılmam. Bakın açıklayayım.
Tayyip Erdoğan ve Vladimir Putin, aralarındaki ilişkiyi o kadar önemsiyorlar ki, her şeyi sadece baş başa konuşup kararlaştırıyorlar. Artık eskisi gibi Türkiye-Rusya ilişkileri, kurumsal yapıların fikri ve tavrı yok; her konu iki liderin dört dudağına bağlı.
Bazen birbirlerine kızıp küsüyor bu iki lider. 2015’teki “uçak hadisesi” akıllarda.
Bazen küsmeseler de alınıp kırılıyorlar, ufak tefek “burun sürtme” davranışları oluyor; görüşme öncesi kapıda bekletmek, toplantı odasına gecikerek üstüne üstlük yavaşça sallanarak girmek gibi…
Biri konuşurken diğeri her zaman gülümsemiyor, bazen gergin hatta kuşkuyla diğerine bakıyor; “ne diyecek şimdi bu?” diye kuşkulanırcasına.
“İş birliği yapıyoruz” diyorlar, ardından gidip Suriye’de dolaylı olarak bile olsa birbirleriyle ya da en azından birbirlerinin kuyusunu kazmak için savaşıyorlar.
Sonra bir araya geliyorlar ve yükselen duyguları, onların sarılıp öpüşmesine yol açıyor.
Sıcak bir Moskova yaz gününde, çevrelerindeki kalabalığa aldırmadan birlikte keyifle dondurma yiyip parklarda geziyorlar.
Bu örnekleri uzatabilirim. Sizce bütün bunlar iki liderin güçlü duygulara sahip olduğunu göstermeye yetmez mi?
Putin ve Erdoğan
Putin zor anlarda Erdoğan’ı destekliyordu
Putin sıkıntılarını içine atan, karşısındakinin her türlü kusuruna rağmen onu hoş görmeye, desteklemeye eğilimli bir partner gibi. Tabii bunda “Erdoğan’ı kaybedersem daha iyisini bulamam” hissi de rol oynuyor olabilir.
Putin’i Kemal Kılıçdaroğlu’yla birlikte görmedik, ama sanırım birbirlerine yakışmazlardı.
Ya Özgür Özel’le? Veya Ekrem İmamoğlu’yla?
Bilinmez. İktidarda keramet vardır.
Lakin dedikodular almış yürümüş durumda. Ce-Ha-Pe cephesinin gönlünü topluca Batı’ya kaptırdığı söylentisini duyan Putin, bu nedenle Erdoğan’la ilişkisini asla bozmak istemiyor.
Dahası, zor durumda ona yardım ediyor. Seçimlerde bazen pek istemese bile, onu desteklemek için bir şeyler yapıyor.
Mesela, Mayıs seçimleri öncesinde de öyle yaptı. Üstelik sadece sözle değil, cüzdanına da davranmaktan kaçınmadı. Yani en azından doğalgazı ucuzlattı, bununla da kalmayıp “para önemli değil, önemli olan ilişkimiz, ödemeyi sonra yaparsın” dedi.
Hatta “Sen bana he de, şu bizim gazı senin arsandan geçirerek Batılı zenginlere yollarız, sen de oturduğun yerden para kazanırsın, çoluğun çocuğun rızkı çıkar” türü cazip bir teklif de getirdi.
Hem son seçimlerde hem de daha öncekilerde ara sıra Erdoğan’ın ricasını kırmamak için birlikte Akkuyu Nükleer Santrali’nin açılışını yapıp duruyorlar (Akkuyu dünyada en fazla açılan santral bence, onun bu kadar “açılması” muhafazakâr bir ülkede nasıl hoş karşılanıyor anlamıyorum).
Şimdi İstanbul’da, pardon, Türkiye’de yine seçimler var. Gönül ister ki Putin gelsin, Akkuyu bir daha açılsın, gaz ödemesi yine ertelensin, fiyat bir daha düşsün, iki de çeyrek altın takılsın ve herkes mutlu olsun.
Ama ne görüyoruz? Putin bu sefer gelmeye niyetli değil gibi. Aralarına bir kara kedi mi girdi, nedir, bunu anlamak zor.
Kıskançlığın gerekçesi, ABD ile flört
Kulağıma gelenler doğruysa, mesele kıskançlık hissi.
Putin, son zamanlarda Erdoğan’ın Amerikalılar ile durmadan görüşmesinden çok rahatsızmış.
Türkiye ile ABD arasındaki flört Putin'i çok rahatsız ediyormuş.
Daha önce de böyle kıskançlık nöbetleri olup geçmişti. Ama Mayıs seçimlerinden sonra Moskova’da esen hava iyice gergin ve soğuk.
Kremlin’e yakın olup adlarını gizleyen kaynaklarım şöyle diyor:
“Putin’in gaz indirimi ve öteki ‘enerjik’ teklifleri galiba sizin Cumhurbaşkanı’na yetmiyor, daha zengin diye gözünü Batı’ya çevirdi. Hükümete oraya yakın bakanlar aldı.
Ardından İsveç'in NATO üyeliğine onay verdi.
Sonra Türkiye'yi ziyaret eden Volodimir Zelenski'ye ‘Sen çoktan NATO üyesi olmayı layıksın’ gibi şüphe uyandıran bir iltifat etti.
Dahası ve en kötüsü, Putin ile yaptığı anlaşmayı tek taraflı bozarak savaş sonuna kadar Türkiye'de kalması gereken 5 Azov komutanını Ukraynalı delikanlıya hediye ediverdi.
Şimdi de bizden SU-35 veya Su-57 istemek yerine tutturmuş ‘illaki F-16 alacağım’ diye. Üstelik Amerikan tarafı da bir kaprisli bir kaprisli. ‘Sen önce şu parmağındaki yüzüğü, pardon, depondaki S-400’leri denize at!’ diyor da başka bir şey demiyor.
Tam bu arada bir de Ukrayna'da ilerde üzerimize ölüm yağdıracak olan Türk teknoloji harikası Bayraktar fabrikası açılıyor. Şaka gibi!..
Putin’in de sinirleri bozuldu haliyle… Türkiye’ye gidecekti, ‘gitmem’ dedi. Şimdi biz onu sakinleştirmeye çalışıyoruz, o da tekrar düşünüyor.”
Putin ve Erdoğan
Aşk ile nefret arasında...
Ne desem bilemedim. Kıskançlık, ilişkileri kemiren yıpratıcı bir duygu. Ayrıca Putin bu duyguyu daha önce de belli etmişti. Son görüşmelerini hatırlasanıza!
Yaz ayları boyunca Putin Erdoğan’dan gelen davetleri kabul etmedi ve Türkiye’ye gitmedi.
Gerçi o sıralar morali bozuktu. Malum, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin tutuklama kararı çıkmış, bir de en güvendiği adamlarından Yevgeniy Prigojin isyana kalkmıştı. E bir de Ukrayna Savaşı… Bu şartlarda insan misafirliğe gider mi?
Sonunda 4 Eylül’de Erdoğan kalkıp Soçi’ye gitmişti.
Şimdi yine duygular ayaklandı. Gitmek mi zor kalmak mı, derken tabii ki söylentiler yayılıyor ortalığa.
Görüşme 12 Şubat’ta diye haber yaydılar, üstelik kimse de kesin dille o tarihte olmayacak dememişti. Ama son anda “Yok, olmayacak, iki tarafta da seçim var” falan diye Nisan sonu Mayıs başına doğru ertelediler. Sanki seçimlerin tarihini daha önceden bilmiyorlardı.
Ankara bozuntuya vermemek için “Tamam, seçim sonrası mutlaka bekleriz ama” deyip bozuntuya vermemeye çalıştı.
Ancak dün yine ortalık karıştı. Putin’in sözcüsü “Belki de seçimlerden önce, Mart ortasına kadar Putin Türkiye’ye gider” deyiverdi.
Yani benden duymuş olmayın ama bu kadar “duygusallık” çok fazla, bir öyle bir böyle havalara girmek yetişkin bir lidere yakışır mı!
Hem kıskançlık dediğin, insanı yer bitirir valla!
ABD bir veriyorsa, sen iki ver, olsun bitsin! Gücün varsa tabii…
Ha bir de şu var: Amerikalı hem uçarı hem uzakta, dedikodu çıkınca kolayca sıvışıp ortadan kaybolabiliyor. Bu ikisi ise komşu mahallelerde, adım atsalar burun buruna geliyorlar.
Sevgidir kıskançlıktır diye diye, Allah vere de bir gün kendileri de halkları da birbirine karşı kanlı bıçaklı olmasa!
Malum, aşk ile nefret arasında ince bir çizgi var; onu da bir adımda geçiverirsin alimallah…
Hakan Aksay kimdir?
Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.
Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.
Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.
2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.
|